REHBERLİK HİKAYELERİ

REHBERLİK HİKAYELERİ

HAYALGÜCÜ

ABD'de bir reklam filmi çekiliyordu ve bu reklam filminde bir çikolatanın tanıtımı yapılacaktı. Bunun için dünyanın en ünlü basketbolcularından Micheal Jordan ile anlaşmaya varıldı ve film çekimi başladı. Senaryoda basketbol sahasında Jordan, basket oynarken önce topu potadan geçiremeyecek yani basket atamayacaktı. Daha sonra çikolatayı yiyecek ve basketi atacaktı. Fakat Jordan, başarısız olması gereken atışlarda her attığı topu potadan geçirdi.
O ne kadar girmemesi için uğraşsa da top basket potasından girmekteydi. Bu, çekim ekibine ve yönetmene çok ilginç geldi ve yönetmen: 'Sayın Jordan, başarısızlık çok kolay topu başka yöne atıvereceksiniz ve girmeyecek. Bu kadar basit. Peki neden sizin attığınız topların hepsi basket oluyor?' diye sordu. Jordan düşünmeden cevap verdi.
'Ben topu elime aldığımda irademi zorlamadan, topun potadan girdiğini hayal ediyorum. Bu öyle kuvvetli bir hayal ki benim hareketlerimi yönlendiriyor.'

ÇİVİ VE SABIR HİKÂYESİ

Kötü karakterli bir genç varmış. Bir gün babası ona çivilerle dolu bir torba vermiş. Arkadaşlarınla tartışıp, kavga ettiğin her zaman, bu tahtaya bir çivi çak demiş. Genç ilk gün tahtaya 37 çivi çakmış. Sonraki haftalarda kendi kendini kontrol etmeye çalışmış ve geçen her gün daha az çivi çakmış. Nihayet bir gün gelmiş ki hiç çivi çakmamış. Babasına gidip söylemiş. Babası onu yeniden tahtanın önüne götürmüş. Gence, “Bugünden başlayaak tartışmayıp kavga etmediğin her geçen gün için tahtadan bir çivi çıkar” demiş. Günler geçmiş. Bir gün gelmiş ki çakılan her çivi çıkarılmış. Babası ona “Aferin, iyi davrandın; ama bu tahtaya dikkatli bak. Çok delik var. Artık geçmişteki gibi düzgün olmayacak” demiş.
 Arkadaşlarla tartışılıp kavga edildiği zaman kötü sözler söylenir. Her kötü söz bir yara bırakır. Arkadaşına bin defa kendisini affettiğini söyleyebilirsin; ama bu yara aynen kalacak, kapanmayacak. Bir arkadaş, ender bulunan bir mücevher gibidir. Seni güldürür, yüreklendirir, ihtiyaç duyduğunda sana yardımcı olur, seni dinler ve sana yüreğini açar.

GERÇEK DOST

Dostun hakikisini bulmak için babası oğluna yol gösterdi. Bir akşam koyun kesip çuvala koydular. Baba, oğluna “Al bu çuvalı götür dost bildiğine” dedi. Kanlar damlıyordu. Dışarıdan bakınca, çuvalda bir ceset olduğu izlenimi doğuyordu. Delikanlı bütün iyi bildiği dostlarına gitti; hiçbiri kapısını açıp onu içeri almadı. Sonra baba dostunun evine uğradı. Orada kabul gördü. Baba dostu bahçede bir çukur kazarak, çuvalı oraya gömdü. Üzerine de toprak serpiştirdi ve belli olmasın diye sarımsak dikti. Genç adam babasının yanına döndü, ona hakiki dostu bulduğu haberini verdi. Babası, bir sınavdan daha geçeceğini söyledi; “Şimdi git ona tokat at; sonra bekle bakalım ne olacak?”
Aynı babasının dediğini yaptı. Baba dostunun yanağına tokat attı. Muhatabı, istifini bozmadı ve genç adama, babasına iletmesi için şunları söyledi: “Babana mesajımı götür: Biz satmayız sarımsak tarlasını böyle iki tokada!”


YAŞAMAK YAPILAN İYİLİKLERLE ÖLÇÜLÜR

Bir derviş, araştırma yapmak için bir köye gitmişti. Önce o köyün mezarlığın a gitti. Çünkü kültürlerin, hayat kalitesinin böyle yerlerde gizli olduğuna inanıyordu. Gözleri mezar taşlarındaki sayılara takıldı. Mezar taşlarında 5,222,386,12,536,4987,7 gibi birbirleriyle hiç bağlantısı olmayan rakamlar vardı. Uzun uzun düşündü derviş; fakat bu rakamların sırrını çözemedi. Derviş köyün en bilge kişisine gitti ve ona bu rakamların anlamını sordu ve devam etti: “Bu rakamlar saat midir, ay mıdır, yıl mıdır? Ne anlatır bu rakamlar Allah aşkına?” Bilge kişi gülümseyerek , “Biz bebeklerimiz doğduğu zaman bellerine ip bağlarız” dedi. “Hayatı boyunca yaptığı her iyilik için o ipe bir düğüm atarız. İnsanlar öldükten sonra da belindeki düğümleri sayar, düğümlerin sayısını mezar taşına yazarız.” Bilge kişi karşısındaki dervişin bir şey anlamadığını görünce açıklamasını sürdürdü: “Böylece onun, ne kadar yaşamış olduğunu anlarız. Çünkü aslında yaşamak insanlara yapılan iyiliklerle ölçülür.” Düşünün ki bizim belimizde de bir ip var. Kaç düğüm çıkar bizim ipimizden?

DOĞRULUK GÜZEL BİR ERDEMDİR

On bir yaşındaydı ve New Hampshire gölünün ortasındaki adadaki evlerinde nezaman eline bir fırsat geçse hemen balığa giderdi
Levrek avı yasağının kalkmasından bir gün önce, babasıyla akşamın ilk saatlerinde küçük güneş balıklarından yakaladı Sonra oltasına yem takıp, oltayı fırlatma talimi yaptı

Yem suya değdiği zaman gün batımında suda altın haleleler oluşturmuş, daha sonra gölün üzerinde ay doğmuştu Oltasının hızla çekildiğini hissedince, oltaya büyük bir balık geldiğini anladı Babası oğlunun balığı çekişini hayranlıkla izledi

Çocuk sonunda yorgun düşen balığı sudan çıkardı O güne kadar gördüğü en büyük balıktı, bir levrek; ama av yasağının kalkmasına sadece saatler kalmıştı

Baba oğul güzelim balığa baktılar, pulları ay ışığında ışıl ışıl parlıyordu Babası bir kibrit yakıp saatine baktı Saat on olmuştu Av yasağının bitmesine daha iki saat vardı

Önce balığa, sonra oğluna baktı

"Suya geri bırakman gerekiyor, oğlum," dedi

"Baba!" diye itiraz etti çocuk ağlamaklı bir sesle

"Başka balıklar da var," dedi babası

"Ama hiçbiri bunun kadar büyük değil!" dedi çocuk

Göle şöyle bir göz attı Gölde hiçbir balıkçı teknesi yoktu Babasının yüzüne baktı bu kez Kendilerini hiç kimsenin görmemiş olmasına, kimsenin ne balığı yakaladıklarını bilmesinin olanaksız olmasına karşın, babasının sesinden bu konuda hiçbir ödün vermeyeceğini anlamıştı

Oltanın ucunu balığın ağzından çekti ve balığı gölün karanlık sularına bıraktı Balık suya düşer düşmez, şöyle bir çırpındı ve gözden kayboldu

Çocuk bir daha bu kadar büyük bir balık tutamayacağından emindi

Bu olay bundan tam otuz dört yıl önce oldu Bugün o çocuk New York City'nin ünlü mimarlarındandır Babasının küçük evi hâlâ o adadadır Oğlunu ve kızlarını hâlâ o adadaki küçük eve balık tutmaya götürür

Çocuk haklıydı Bir daha o kadar büyük bir balık tutamadı

Fakat değerler konusunda bir ikilem yaşadığı zaman hep o balığı gözünün önüne getirir

Babasından öğrendiği gibi değerler doğru ile yanlışın ne olduğu konusunda çok basit bir konudur Güç olan yalnızca değerlerin uygulanabilmesidir

Birileri görmediği zaman da doğru olanı yapabiliyor muyuz? Evet, küçüklüğümüzde bizlere balığı suya geri bırakmak öğretilseydi, doğru olanı yapabilirdik Çünkü gerçeğin ve doğrunun ne olduğunu öğrenmiş olurduk

Doğru olanı yapma kararı belleklerimizdeki canlılığını hiçbir zaman yitirmez Bu anıyı dostlarımıza ve torunlarımıza göğsümüz kabara kabara anlatırız

Fırsatlardan yararlanmak değil, doğru olanı yapmaktır önemli olan.

KİMLERDENSİNİZ?

Bir genç evlenme hazırlığına girişmişti. Kendisi, henüz küçükken anne ve babasını kaybetmişti. Bırakılan bir miktar mülkün geliri ve akrabalarının yardımıyla tahsilini bitirmiş, kazançlı ve dürüst bir iş sahibi olmuştu. Ancak küçük yaşta hem annesini, hem babasını yitirmenin hüznünü hayat boyu hep yanında taşımıştı.
Evlenme kararını vermesinin ardından, bu temiz ahlaklı gencin neşesi artmış, hayat bağları daha da kuvvetlenmişti.
 Ancak, düğününden birkaç gün önce, bozuk bir yüzle bana geldi. Belli ki bir üzüntüsünü anlatacaktı. Fakat başlangıç kelimelerini bulup çıkarmanın güçlüğü içindeydi.
Anlattığına göre, o sabah, nişanlısının teyzesi küçümser bir edayla yanına gelip, ona şöyle demiş:
“Ahbaplarımız kızımızın kiminle evlendiğini öğrenmek istiyorlar. Sizi söylüyoruz, ama soruyorlar; acaba kimlerden diye. Ne dememizi arzu edersiniz?”
Delikanlı, bu soruya da, bu sorunun sorulma biçimine de içerlemiş. Ama, cevabı da yapıştırmış:
“Hanımefendi, dürüst ve karakterlilerden ‘dersiniz. Olur mu?”

DÜNYADA EN ÇOK SEVDİĞİM KİMSE

Bir bilgeye sormuşlar : ”Dünyada en çok kimi seversiniz?”  “Terzimi severim.” Diye cevap vermiş .Soruyu soranlar şaşırmışlar.” Aman üstad!” dünyada sevecek o kadar çok kimse varken , terzide kim oluyor? O da nereden çıktı? Neden terzi? Diye sormuşlar. Bilge bu soruya şöyle cevap vermiş: “ Evet dostlarım, ben terzimi severim. Çünkü ona her gittiğimde , benim ölçümü yeniden alır. Ama ötekiler öyle değildir. Bir kez benim hakkımda karar verirler; ölünceye kadar da hep aynı kalıpla ve aynı gözle görürler.”

MİMAR SİNAN VE NEZAKET

Mimar Sinan, yaptığı camiyi karşıdan seyrediyordu. Caminin etrafında oynayan çocukların biri yanına geldi. Sinan ‘ı tanımıyordu.  Ona: “Bak amca! Bu minare eğri” dedi. Bunu diğer çocuklarda tasdik ettiler. Mimar Sinan çocukların bu ifadeleri karşısında onlara dedi ki:” Çocuklar! Mademki minare eğri düzeltelim. Haydi, biriniz gitsin evinden uzunca bir ip getirsin.” Çocuğun biri koşa koşa evine gider. Biraz sonra uzun bir iple gelir. Sinan o ipi minareye bağlar. Çocuklarla beraber minareyi düzeltmek için ipe asılırlar. “ Haydi, çocuklar asılalım !” Hepsi ipe asılınca çocuklardan biri :” Tamam amca, düzeldi,” der. “Minare şimdi doğruldu. “ Mimar Sinan gülerek oradan uzaklaşır. Koca Mimar, minarenin eğri olmadığını pekala biliyordu. İple düzelmeyeceğinden de haberi vardı. O kadar zahmete katlanması çocukları ikna içindi. Öyle olmasaydı… O zaman çocuklar, minarenin eğri olduğunu söyleyeceklerdi. Bu da insanları şüpheye düşürebilirdi.
Sayın ziyaretçi biliyor musunuz? Bu yazı sizden önce counter kişi tarafından okundu.


0 yorum

LÜTFEN YORUMLARINIZI YAZINIZ

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Blogger tarafından desteklenmektedir.